22 Ekim 1998'de dönemin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner ile Hürriyet Gazetesi Ertuğrul Özkök'ün telefon görüşmeleri gündeme bomba gibi düşmüştü. Telefon görüşmesinde Özkök ile Taner arasında Doğan Grubu'nun yatırım yaptığı karton fabrikası için alınacak 130 milyon dolarlık teşvik ile ilgili Güneş Taner'in yardımı isteniyor, Taner dosyayı Özkök telefondayken inceletiyordu. Aradan geçen 13 yılın ardından telefon görüşmesinin kimin tarafından dinletildiği ve servis edildiği ortaya çıktı. Yeni Asır gazetesindeki köşesinde Hüseyin Kocabıyık, kasetin Hürriyet'in eski sahibi Erol Simavi tarafından gazetelere gönderildiğini savundu.
1960 İhtilali döneminde İçişleri Bakanı olan ve gözaltındayken intihar ettiği öne sürülen Namık Gedik'in oğlu Arda Gedik'in ölümü ile ilgili bir yazı kaleme alan Gazeteci Kocabıyık, köşesinde kaset skandalı ile şu bilgilere yer verdi: ''Erol Simavi'nin Hürriyeti satıp İsviçre'ye yerleşmesinden sonra Arda Gedik'te ortadan kayboldu. Nihayet yıllar sonra, 1998 yılında ortaya çıktı. İşte hikayenin bundan sonraki kısmı bir sırrın ortaya çıkmasını da sağlayacak. İlk defa Yeni Asır'da açıklanıyor bu sır. Aslında manşetlik bir haber bu. Olay şu: Bir gün Arda Gedik elinde kasetlerle biz danışmanların yanına geldi. Bu kasetler Aydın Doğan'la Mesut Yılmaz'ın ilişkilerini deşifre eden bir içeriğe sahipti. Hürriyet genel yayın yönetmeninin bakan Güneş Taner'le yaptığı iş takip görüşmesi ve daha birçok etik dışı diyalog. Bir genel yayın yönetmeninin bazı kadın gazetecilerle çarpık ilişkilerini sergileyen kasetlerde vardı onların içinde. Ancak başta Arda Bey olmak üzere hepimiz onları bir kenara attık ve bir daha da yüzüne bakmadık. Siyasi içerikli kasetleri ise elbette kullandık. Bu şaibeli ilişkileri DYP yöneticisi Meral Akşener bir basın toplantısı ile açıkladı. Sonra ne oldu? Neler olmadı ki, Hürriyet Gazetesi ve Ertuğrul Özkök panik halinde ne yazılar döktürdüler. Tansu Çiller'e ve Meral Akşener'e yapmadık hakaret ve suçlama bırakmadılar. Polis istihbaratı suçladılar. Oysa bu kasetlerin istihbaratla, dinlemeyle filan hiç ilgisi yoktu. Kasetler İsviçre'den geliyordu ve Hürriyet çalışanları tarafından banda alınmıştı. Arda Bey o kasetleri hiç bağını koparmadığı eski patronundan bize ulaştırmak için almış ve getirmişti. Aslında Aydın Doğan medyasının kamuoyu nezdinde ilk büyük vurgunu yediği ve güvenilirliğinin zedelendiği olay bu kasetlerin açıklanması olayıdır. Arda Bey'in burada elbette bir rolü olmuştu ama ortaya çıkması gereken bir sır daha vardı, İsviçre'de yaşayan eski patron o kasetleri bize göndermekle neyi murat etmişti?
Bu yazımda o esrarengiz olayın yarısını ben açıkladım, diğer yarısını da herhalde İsviçre'deki Hürriyet'in eski patronunun açıklaması gerekecek.
Bu sırrı Arda Bey hayatta olduğu sürece gizledim, şimdi ise açıklamakta bir mahsur görmedim.
Arda Bey'e Allah'tan rahmet diliyorum.''
İşte o dönem büyük yankı uyandıran telefon görüşmesinin detayları:
22.10.1998 GÜNEŞ TANER-ERTUĞRUL ÖZKÖK
Özkök: Sen şey de mi, şeyden mi dinliyorsun beni açıktan mı?
Taner: Hı, tabii alayım. Ha şimdi söyle.
Özkök: Ya şimdi Güneş biz biliyorsun bir tane karton fabrikası kuruyoruz Kocaeli'nde, ondan sonra ee..size bir teşvik başvurumuz var.
Taner: Tamam.
Özkök: 50 milyon dolara kadar teşvik veriyorsunuz, şey pardon 50 milyon dolar en az olacak. Bizimki 130 milyon dolarlık falan bir teşvik...
Taner: Eee, veririz.
Özkök: Senin masanda duruyormuş bu.
Taner: Yoo, daha bana gelmedi.
Özkök: Gelmiş sana, öyle dediler bana.
Taner: Dur bakayım bana gelmedi ama şimdi sordururuz söyle bakim isim ver.
Özkök: Meyta.
Taner: Meyta mı?
Özkök: Meyta galiba, evet Meyta mı Meyfa mı öyle bir şey karton fabrikası.
Taner: Bana teşvik uygulama genel müdürünü bağlar mısın? Ha sen söyle bana ben öbür. telefonla istettim.
Özkök: Bir sor bakalım bir öğren yahu?
Taner: Ben şimdi öğreneyim de ne olduğunu durumun.
Taner: Dur bir dakka... Alo ya bir şey sorucam sana, bu şeyle ilgili bir teşvik bizde bekliyor mu? Meyta diye karton fabrikası... Korkmaz Yiğit mi, hayır Milliyet grubunun değil ya, bu şeyin Meyta da bu şeyin Aydın Doğan'ın tamam...
Taner: Bu nedir tık tık sesleri benim söylediklerimi teybe mi kaydediyorsun?
Özkök: Bu benim şey ya şey telefonla konuşuyorum ben hayatımda hiç kimseyi banda almadım kimseye yapmadım, sana mı yapacağım. Afitap bak bakan şüpheleniyor banda alıyorum diye. Herkes kasete aldığı için bunu başka telefona aktarabilir misin...
....
Taner: Dışarıda eğer sıkıntımız olmasa ben içeride şeyi temizleyeceğim. Yani benim sıkıntım dışarıdan kaynaklanıyor. Dışarıdan alamadığım için şey yapıyorum. Bir tarafta onlar, bir tarafta seçim, bir tarafta şey Türk Ticaret Bankası, nedir ulan bu başımıza gelenler.
Özkök: Hakikaten ya bu Türk Ticaret Bankası olayı... Bu gazete.. yine biz şey yapıyor bir tarafa.
Taner: Hı...
Özkök: Yazıyoruz abicim.
Taner: Yazmanız lazım çünkü yarın siz de çok zor durumda kalırsınız ya.
Özkök: Evet.
Taner: Mehmet Emin'le görüşmüş seninki.
Özkök: Evet görüştü, görüştü.
Taner: Ondan sonra tekrar görüşecekler herhalde.
Özkök: Onun havası ne?
Taner: Ben şey yaptım ona dedim ki yahu yap bu işi...
....
Özkök: Doğru, doğru. Peki yahu Güneş, verin artık bunu satış falan verin bunu ya.
Taner: Ya vericez de şimdi devletin yani şimdi.
Özkök: Abi, devlet ilk defa mı kağıt verecek Allah aşkına yapmayın bu yahu.
Taner: Ya mesele o değil, bütün mesele şimdi sorumluluk meselesi var. Kimin ne sorumluluğu, şimdi bunun içersinde bunun ne kadarı bana ait, ne kadarı başbakanın sorumluluğunda belli değil ki. Yani şimdi ben kalkıp da emniyetin çok gizli diye Merkez Bankası'na yazdığı ve Merkez Bankası Başkanı'nın bana göstermediği dokümanı ben nasıl vereyim ki.
Özkök: Ne olacak abicim, sen kendini koruyacaksın ya...
Taner: Hayır, ne olacak değil, yani yahu tamam ben kendimi koruyacağım ama bir de devletin şeyi var yahu çalışma yöntemi var, boku var, püsürü var ya.
Taner: Şimdi biz biliyoruz ki, herkes biliyor ki böyle bir yazı yazılmış ve bu yazıdan bizim haberimiz yok. Benim bu yazıdan dün haberim oldu.
Özkök: Ben seni orada yazıyım mı peki bunu.
Taner: Yazma. Yani bir numara çekme, çünkü olduğu takdirde bir sürü şeyin içersine şey olur yani habercilik açısından senin işine yarar da benim işime yaramaz.
Taner: Yani bunu alacağın yer Başbakan. Senin başbakanı yakalayıp, alman lazım. Gelsene Ankara'ya.
Özkök: Bugün mü? Abi dün oradaydım ben.
Taner: Niye haber vermedin, ben akşam Zafer'i başbakana götürdüm. Geldiğin zaman beni niye aramıyorsun. Ben sana dedim ya sen beni boş veriyorsun diye. Oğlum bak biz bu işlere katılmadık ha korkma benden.
Özkök: Yahu ne korkucam senden bırak Allah aşkına yahu. Benim başka işim vardı dün akşam.
Taner: Bilmiyorum tabii, ne işin vardı ama?
Özkök: Hı hı..tahmin ettiğin işim vardı.
....
Taner: Söyleyemem oğlum söyleyemem yapamam. Yani biliyorsun ne onunkini sana ne de seninkini ona söyleyemem onun için gel buraya, kendin başbakana gel.
Özkök: Telefonlara bile çıkmıyor artık adam.
Taner: Kim?
Özkök: Mesut.
Taner: İşte böyle zamanda arayı şey yap.
Özkök: Arayı ne yapalım ben kardeşim çıkmıyor bile telefonuma yahu...
Taner: Sen de telefonla uzaktan idare etmeye çalışıyorsun.
Özkök: Bugün onun ağzından manşet yaptım, daha ne yapayım.
....
Taner: Yani senin buradaki Sedat'ın yapacağı işler değil bunlar.
Özkök: Ben yarın Paris'e gidiyorum.
Taner: Vay adi herif vay...
Özkök: Yok abicim senin başbakanın bana etmediği hakareti bırakmadı.
Taner: Benim başbakanım oldu şimdi.
Özkök: Ulan yine ben koruyorum, hâlâ da ben koruyorum. Röportaj gibi gideceksin ana avrat iyice bir kavga edeceksin ondan sonra tekrar iyi adam olacaksın.
Taner: Ankara'da her şey önemli bugünler bu saatlerde.
Özkök: Ben bunu kafaya yedikten sonra hiçbir şeyi yok. İftira atıyor, bana kalleş diyor. Atsın ne yapalım. Biz de öğrendik artık kavga ederiz onunla bir güzelcene ondan sonra barışırız biz de iyi adam oluruz ondan sonra bizi de şey yaparlar.
Taner: Sizin aranızdaki ilişkiye karışmam.
Özkök: Öyle işte karışmazsın ya.
Taner: Şarapları sana verirken bana mı verdi şarapları getirdi.